Panik Bozukluğu ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)

Korku nedir?

Öncelikle panik bozukluğu tanımlamak için korkunun tanımını yapmamız gerekir. Korku hemen ortaya çıkıverecekmiş gibi gelen bir tehlikeye karşı gösterilen tepkidir. Bu tehlike gerçek ya da kişinin algıladığı bir tehlikedir. Söz konusu bu tehlike kişide ‘kaç ya da savaş’ tepkisini oluşturur. Korku duyduğumuzda vücudumuzdaki değişikliklerin yanında bilişlerimizde de değişiklikler olur. Bilişsel olarak tehlike kaynağına odaklanırız.

Panik atak nedir?

Panik atak bir korku kuşatmasıdır. Algılanan tehlikeye karşı birden gösterilen bir tepkidir ve yoğun bedensel duyumlar buna eşlik eder. Panik atak tanısı koymak için aşağıdaki 13 belirtiden en az 4’ünün  bulunması gerekir. Çarpıntı, terleme, titreme ya da sarsılma, soluğun daraldığı ya da boğuluyor gibi olma durumu, soluğun tıkandığı duyumu, göğüs ağrısı ya da göğüste sıkışma, bulantı ya da karın ağrısı, baş dönemsi sersemlik his ve ayakta duramama, titreme üşüme ürperme ya da ateş basması durumu, uyuşmalar, gerçekdışılık ya da kendine yabancılaşma, denetimini yitirme ya da çıldırma korkusu, ölüm korkusu.

Kişi kendindeki mevcut belirtileri kötü bir hastalığın belirtileri olarak değerlendirir, mevcut gündelik hayattaki bedensel duyumları felaketleştirerek ve bunun sonucunda da ‘kalp krizi geçiriyorum’, ‘öleceğim’, ‘çıldırıyorum’, ‘felç olacağım’ şeklinde yanlış yorumlar. Bu yorumlar yanlış alarm oluşturup ‘kaç ya da savaş’ tepkisine neden olur, tepki sırasındaki bedensel belirtilerin de yanlış yorumlanması ile bir kısır döngüye yol açılır.

Panik bozukluğu nedir?

Panik bozukluğu ise tekrarlayan panik ataklar ile birlikte panik ataklarının kalp krizi geçirip ölme, kontrolünü yitirip çıldırma ve felç geçirme gibi kötü sonuçlara yol açabileceğine inanma ve tekrar atak yaşamaktan korkarak olabilecek kötü sonuçlara önlem alarak davranış değişikliklerinin oluştuğu ruhsal bir hastalıktır.

Agorofobi nedir?

Panik korkusu değişik yerlere yayılmaya başlar, tekrar panik atak geçirmekten korktuğu o yerlere girmemeye, gitmemeye başladığında ‘Agorofobi’ gelişir ve giderek kişinin yaşamı kısıtlanır. Agorofobi kişinin güvenlik sağlamanın, çıkışın güç olduğu, yardımın kolaylıkla alınamadığı ortamlarda ortaya çıkan korkuya denir.

Sıklık

Panik Bozukluğu çok sık görülen bir durumdur ve toplumun yaklaşık %3.5’ini etkiler. Panik bozukluğu olanların yaklaşık üçte ikisi kadındır. Kadınlarda panik atakların sayısı daha fazladır ve agorofobileri daha ağırdır. Genelde 20’li yaşlarda başlar ve çoğu zaman kişinin yaşamında bir stresli dönemden sonra ortaya çıkar.

Ayırıcı tanı

Panik bozukluğunun ayırıcı tanısı çok önemli olup ilk olarak uzman bir psikiyatrist tarafından değerlendirilmesi uygundur. Organik nedenler(çeşitli hastalıklara bağlı) dışlanmalı, özellikle anksiyete bozukluğu, post travmatik stres bozukluğu, obsesif kompülsif bozukluk ve sosyal fobideki panik atakların ayrımı yapılmalıdır.

Tedavi

Panik bozukluğunun gelişmesinde biyolojik ve psikolojik etkenlerin önemi büyük olup tedavisinde de biyolojik ve psikolojik tedavi yöntemleri kullanılır. Panik bozukluğunda ilaç tedavileri çok etkindir fakat asıl mesele ilaç tedavisinin bırakılmasından sonra tekrarlama oranlarıdır. Bilişsel davranışçı terapinin etkinliği çok net biçimde gösterilmiştir. Panik bozukluğunun BDT’sinde otomatik düşüceler, ara inançlar, temel inançlar, davranışsal öğeler, kaçma kaçınma davranışları, güvenlik sağlayıcı davranışlar, davranışsal deneyler çalışılır ve BDT alan hastalarda iyileşmeden sonra tekrarlama oranları oldukça düşüktür.

Read More

Kadında Orgazm Bozukluğu

Kadında orgazm bozukluğu, yeterli bir cinsel uyarma ve uyarılma evresinden sonra orgazmın sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde gecikmesi ya da hiç olmamasıdır. Ancak, kadınlarda orgazm bozuklukları, göründüğünden ya da erkeklerde olduğundan daha karmaşıktır. Kadınlar, orgazmı tetikleyen uyarının türü ya da yoğunluğu açısından büyük değişkenlik gösterirler. Bu açıdan, kadınlardaki orgazm bozukluğu tanısı ancak, bir uzmanın, kadının yaşı, cinsel deneyimi ve aldığı cinsel uyaranların yeterliliği açısından bakarak koyabileceği bir tanı niteliğindedir.

Orgazm Bozukluğu Görülme Sıklığı Nedir?

Yapılan yurtdışı çalışmalar, kadın orgazm bozukluklarının toplumda görülme sıklığının %5-20 arasında değiştiğini göstermektedir.  Ancak bu rakamların daha çok birincil (başından beri var olan) orgazm bozukluğu olguları olduğu ve diğer orgazm bozukları (sonradan ortaya çıkan) da dahil edildiğinde bu oranın daha da yükseleceği söylenmektedir.

Ülkemize ilişkin bu konuda yapılmış geniş çaplı bir araştırma olmadığından herhangi bir rakam vermek olası değildir. Ancak, cinsel eğitim ve deneyimin yetersizliği, cinsel tekniklerin bilinmemesi ve cinsel mitlerin yaygınlığı nedeniyle ülkemizde orgazm bozukluklarının yüksek oranlarda görüldüğünü söyleyebiliriz.

Orgazm bozuklukları, genç kadınlarda daha sık görülmektedir. Çoğu kadında orgazm bozukluğu ikincil olmaktan çok birincil ve yaşam boyudur. Çünkü kadın bir kez nasıl orgazma ulaşacağını öğrendiği zaman, kazandığı bu yetiyi daha sonra kaybetmesi ya da unutması mümkün değildir.

Kadında Orgazm Bozukluğu Nedenleri Nelerdir?

Orgazm bozukluğunun birincil olduğu durumlarda etken çok büyük olasılıkla psikolojik kökenlidir. Ancak ikincil olduğu, yani daha önce orgazm sorunu bulunmayan bir kadında sonradan ortaya çıktığı durumlarda mutlaka bedensel hastalıklar ciddi biçimde araştırılmalıdır.

Psikolojik nedenlere bakıldığında; kadının yetiştirilme tutumu, karakteri ve cinsel eşine yönelik duyguları orgazm olmayı etkileyen faktörler arasında sayılabilir. Bedenini beğenmeyen, geleneksel kadın rolünün dışına çıkamayan, toplumsal kadın rolü olarak öğretilmiş, pasifliği, çekingenliği benimsemiş, cinsel duygularını bastıran, tüm duygularını kontrol altında tutmak isteyen, oldukça kuralcı ya da depresif kadınlarda orgazm bozukluğuna daha sık rastlanır. Ayrıca; babayla olan ilişkideki bazı olumsuzluklar (ayrılık, ölüm, ihmal, aşırı baskı vs..) da kadınlarda orgazm olabilmeyi etkilemektedir. Diğer yandan; kadının partneriyle olan ilişkisindeki sorunlar veya partnere yönelik duygularındaki olumsuzluklar da yine, kadınlarda ortaya çıkan orgazm bozukluğunun sebepleri arasındadır.

Orgazm bozukluğu nedenini ortaya çıkarmada ülkemiz koşullarında dikkat edilmesi gereken en önemli unsur, orgazm sorunu olan kadının doyumlu bir cinsellik için önkoşul olan “uygun zaman, uygun mekan ve uygun partner” kuralının yerine gelip gelmediğinin saptanmasıdır. Göz önüne alınması gereken bir başka önemli kural da, orgazm için yeterli süre ve yoğunlukta, uygun uyarının yapılıp yapılmadığıdır. Yeterli ön hazırlığın, ön sevişmenin ve yeterli klitoral uyarının yapılıp yapılmaması orgazm olup olamamayı etkileyen en önemli nedenlerden birisidir.

Kadında orgazm bozukluğuna ikincil nedenlerden ilk göz önünde tutulması gereken etken ise orgazmı geciktiren ya da engelleyen bir ilaç kullanımının olup olmadığıdır. Özellikle yaygın olarak kullanılan antidepresifler, antihistaminikler ve antihipertansifler orgazm bozukluğuna neden olabilirler. Ayrıca ikincil orgazm bozukluğu depresyon, kaygı bozuklukları, alkol ya da uyuşturucu madde kullanımı gibi çeşitli psikiyatrik bozuklukların ortaya çıktığı durumlarda da görülebilir. Orgazm bozukluğuna çeşitli bedensel hastalıklar da yol açabilir ve bunların da araştırılması önemlidir. Bedensel nedenlere bakıldığında; yapılan ameliyatlar dolayısıyla vajinanın yapısının bozulduğu durumlarda ya da omurilik hasarı bulunan kadınlarda orgazm bozukluğu gelişebilir. Ayrıca bazı kronik hastalıklarda (şeker, pelvis kanseri vs..), cinsel uyarılma evresinde bazı sorunlar ortaya çıkmakta ve bunun sonucunda ikincil olarak orgazm bozukluğu gelişebilmektedir. Diğer yandan ilerleyen yaşlarda, menopoz, diğer tıbbi rahatsızlıklar ve buna bağlı ilaç kullanımıyla birlikte orgazm sıklığı ve şiddeti etkilenebilir.

Tedavi

Öncelikle ayrıntılı bir cinsel ve yaşam öyküsü ile sorunun nedeni ya da nedenleri  anlaşılmaya çalışılır. Bu nedenlere göre tedavi planı yapılır. Organik ya da psikiyatrik sorunlar varsa öncelikle bunlar ele alınır. Çiftin ilişki sorunu varsa çift terapisi öncelikle uygulanmalıdır.

Cinselliğin diğer evrelerinde yaşanan sorunlar (istek, uyarılma sorunları gibi) da orgazm bozukluğuna yol açabilir. Yeterli ön sevişmenin  olmaması, klitoral uyarının olmaması, eşte erken boşalma sorunu  gibi..öncelikle bu sorunlar tedavi edilir. 

Kadında orgazm bozukluğu; cinsel terapiyle tedavi edilebilmektedir. Bu tedavide hedef, ilk olarak kadının tek başına, daha sonra da partneriyle birlikte orgazm olabilmesidir. Aşamalı olarak verilen ödevlerle ilerleyen bu tedaviye, çiftin sevgi ve yakınlık duygularına dair iletişimlerini ve paylaşımlarını artıracak ödevlerle başlanır. Daha sonra cinsel iletişimlerini ve davranışlarını çeşitlendirecek ödevler verilir. Bu ödevlerden sonra, kadının ilk olarak, kendi başına cinsel uyarı vererek (mastürbasyon), ardından da partnerin cinsel birleşme olmaksızın uyarı vermesiyle orgazm olması sağlanır. Bu aşamalardan sonra, cinsel birleşme yoluyla orgazm olma aşamasına geçilir. Bu aşamada da ilk olarak, cinsel birleşme esnasında mastürbasyon yapılarak orgazm sağlanır. Daha sonra ise, elle uyarı gittikçe azaltılarak, sadece cinsel birleşme yoluyla orgazm olması sağlanır. Cinsel birleşme esnasında bazı pozisyonlarda, klitorise uygulanan uyarı daha fazla olduğundan, orgazm olmaya daha elverişlidir. Bu pozisyonlar hakkında da, çifte bilgilendirme yapılır.

Orgazmın cinsel yanıtın son aşaması olduğunu, istek ve uyarılma aşamasındaki her aksaklığın orgazma da yansıyacağı unutulmamalıdır. Eğer cinsel istek ve/veya cinsel uyarılma aşamalarında bir bozukluk varsa öncelikle ona yönelmek tedavi uygulamak daha uygun ve etkin olacaktır.

Kaynak: CETAD

Read More

Obsesif Kompülsif Bozukluk (OKB) ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)

Amerikan Psikiyatri Birliği Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, beşinci baskısına göre (DSM-V) OKB, zaman alıcı (günde en az 1 saat gibi) tekrarlı obsesyon ve ritüellerin varlığı ile tanımlanır ve bu, günlük aktivitelerde belirgin kişisel sıkıntıya veya çatışmaya neden olur.

OKB kişiyi ve çevresini derinden etkileyen bir hastalıktır. Obsesyon istemsiz, zihninize zorla giren mantıksız düşünceler, imajlar ve şüphelerdir. Çoğunlukla, çevreyle ilgili bir şey tarafından tetiklenen bu zihinsel araya girişler, kötü veya zararlı bir şey olacağına dair korku ve belirsizlik hissi ile birlikte, kaygı ve sıkıntı uyandırırlar. Ayrıca ‘savaş ya da kaç’ tepkisi dediğimiz kalp ritminde artış, kas gerginliği, mide rahatsızlığı, sık nefes alma gibi bedensel belirtiler de ortaya çıkabilir.

Buna karşılık bu özel deneyimler kaygıyı azaltmak ve obsesif düşüncelerle başa çıkmak için bir şeyler yapma dürtüsünü tetikler. Kompülsiyonlar (ritüeller) ve kaçınma stratejileri, obsesif düşüncelerle baş etmek, bir güvenlik ve kesinlik duygusu inşaa etmek ve kaygıyı azaltmak için başvurdukları davranış kalıplarıdır. Bu davranış kalıpları kısa vadede kaygıyı azaltsalar da uzun vadede olumsuz sonuç gösterir. Ritüeller ve kaçınma davranışları daha fazla artmaya başlar. Zamanla kişinin hayatı alt üst olur.

Obsesyonlar aşağıdaki temel kategorilere ayrılırlar

  1. Zarar verme veya hata yapma sorumluluğu
  2. Bulaşma
  3. Simetri ve düzen
  4. Şiddet ve saldırganlık
  5. Cinsellik
  6. Din ve ahlak

Kompulsif Ritüeller

Obsesif kaygıyı azaltmak ve güven duygusunu yeniden sağlamak için gerçekleştirdiğimiz tekrarlı davranışlardır. Aşırı ve gerçeklikten uzaktırlar.

  1. Kontrol etme
  2. Temizleme
  3. Tekrarlı eylemler
  4. Sıralama ve düzenleme
  5. Zihinsel ritüeller

OKB’ye sahip olmak sizin hatanız değildir. Hastalığın ortaya çıkışında biyolojik, çevresel ve öğrenme gibi faktörlerin etkili olduğu söylenebilir. OKB’nin davranışsal modeline göre bir olay doğası gereği rahatsızlık ya da kaygı oluşturan bir uyaranla eşleşince korku ile ilişkili hale gelir. İkinci aşamada çeşitli koşullu uyaranlar ile ortaya çıkan kaygıyı azaltmak için gelişen kaçma ya da kaçınma yanıtları kaygıyı azalttıkları için olumsuz pekiştirme yolu ile süreklilik kazanırlar. Bilişsel modelinin temelinde çoğu insanda intrüzyonların (normal obsesyonların) bulunması yatar. Hasta olanlardaki fark obsesyonların daha sık, daha sıkıntı verici ve kontrol edilemez olması ve yansızlaştırma yanıtları ile daha ilişkili olmalarıdır. OKB tedavisinde ilaç tedavisi ve Bilişsel davranışçı terapi (BDT) en etkili tedavi yöntemleri arasındadır.

OKB’ de BDT yaklaşımının hedefleri

  1. İntrüzyonları normalleştirmek
  2. Hastanın kendine özgü yorumlama biçimini belirlemek
  3. Obsesyonların önemini azaltmak
  4. Kompülsiyonları (ritüelleri) ortadan kaldırmak
  5. Zihinsel kontrol çabalarını terk etmek
  6. Hatalı temel inançları değiştirmek

BDT’ de birinci aşama psikoeğitim olup, sorunların nasıl ilişki içinde olduğunuzu anlamanıza yardımcı olmak için, obsesyonlarınızı, kaygılarınızı ve ritüellerinizi öğrenmeyi kapsar. Değerlendirmeye göre çıkarılan formülasyonla tedavi için kişiselleştirilmiş bir yol haritası çizilir. Bilişsel kısmında ritüelleri besleyen sorunlu düşünce kalıpları tespit edilip bunlar üzerine çalışılır. BDT’de en önemli adım ‘Alıştırma ve Tepki Engelleme’ basamaklarıdır. Alıştırma tepki engelleme obsesyonlara bağlı sıkıntı oluşturan uyaranla, bu sıkıntıyı hafifletme amaçlı davranışları gerçekleştirmeksizin karşılaşma yoluyla ‘alışma’ ilkesine dayanır. Obsesif düşünceleriniz veya korkup kaçındığınız diğer şeylerle yüzleşmeyi öğrenmek, bu şeylerin yaşamınız üzerindeki etkilerini değiştirecek ve onların yeni bir anlam kazanmasını sağlayacaktır.

Read More

Depresyon ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)

Depresyon en eski bilinen ruhsal rahatsızlıklardan biridir ve bir çok çeşidi bulunmaktadır. DSM-V tanı kitabında depresyon; çökkün duygudurum, etkinliklerden belirgin zevk alamama, iştah kilo değişikliği, uyku bozukluğu, psikomotor retardasyon ya da ajitasyon, enerji düşüklüğü, değersizlik ya da aşırı suçluluk duyguları, odaklanmakta güçlük çekme ve yineleyici kendini öldürme düşünceleri şeklindeki 9 belirtiden en az 5 tanesinin 2 hafta boyunca, çökkün duygudurum ya da zevk alamamayı kapsayacak biçimde bulunması şeklinde tanımlanmaktadır.

Bilişsel Model

Bilişsel davranışçı terapinin depresyon modeli biyopsikososyal bir modeldir. Gerek depresyonun ortaya çıkmasında gerekse sürmesinde biyolojik, çevresel, bilişsel ve davranışsal etkenler rol oynamaktadır. BDT herhangi birindeki değişikliğin diğerlerini etkileyebileceğini öne sürer.

Beck depresyonun bilişsel olarak kişinin kendisi, çevresi ve geleceği ile ilgili olumsuz yargılara sahip olmasından kaynaklandığını öne sürmüştür. Duygudurum bozukluğu olarak görülen depresyonu düşünce bozukluğu temelinde açıklamış ve bu açıklamasına bilişsel üçlü denmiştir.

Depresyon tedavisinde BDT kontrollü klinik çalışmalarda etkinliği gösterilmiş en iyi psikoterapi türüdür. Hafif orta depresyonda BDT, orta ağır depresyonda ilaç tedavisi artı BDT’nin etkinliği klinik çalışmalarla gösterilmiş olup asıl fark ilaç tedavisine göre hastalığın yineleme noktasındadır. Akut dönemde ilaç tedavisi ve BDT eşit etkinliğe sahipir ancak BDT ve ilaç artı BDT tedavisi alan hastalarda depresyonun yineleme oranları çok daha düşük olduğu gösterilmiştir. İlaç tedavisi alanlarda 2 yılda depresyon yineleme oranı %70 iken ilaç tedavisi ve BDT alanlarda %30’dur.

Tedavi

BDT etkin, direktif, süre sınırlı ve yapılandırılmış bir terapidir. Depresyonun nedeni ne olursa olsun bir kez ortaya çıktı mı bilişsel ve davranışsal etkenler önemli sürdürücü rol oynarlar. Depresif hastalar sorunlarını çok büyük, altından kalkılamaz görürler. Terapide ise sorun daha küçük parçalara bölünür, öncelik tedavi motivasyon arttırmaya yönelik olup önce davranışsal sonra bilişsel durum ele alınır. Depresyon tedavisinde çeşitli ölçeklerle hastanın durumu objektif biçimde de izlenir.

Tedavide birincil olarak değerlendirme görüşmesi yapılıp, bir formülasyon oluşturulup, depresif duygudurumuyla bağlantılı durumlar, otomatik düşüncelerdeki çarpıtmalar, temel inançlar, bununla bağlantılı erken yaşam olayları, hastanın uyum bozucu sayıltıları ve stratejileri sıralanır. Davranışsal  değerlendirmede azalmış davranışlar, insan ilişkileri ile ilgili azalmış davranışlar, sosyal becerideki sorunlar, çevresel olarak ödüllendirici durumlardaki azalma, sorun çözme yetilerindeki sorunlar belirtilir. Değerlendirme esnasında ortaya çıkan depresyon belirtileri ve bu belirtilere eşlik eden yaşam olayları ve çevre koşulları tedavideki hedefleri de oluşturur.

Read More

Obezite ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)

Obezite tüm dünyada yaygınlığı giderek artan bir halk sağlığı sorunudur. Obezite vücuda besinler ile alınan enerjinin, harcanan enerjiden daha fazla olmasından kaynaklanan ve vücut yağ kitlesinin, yağsız vücut kitlesine oranla artması ile karakterize olan kronik bir hastalıktır. Son dönemde obeziteye bağlı kalp hastalıkları, hipertansiyon, tip 2 diyabet hastalığı, eklem rahatsızlıkları, serebrovasküler olaylar çok büyük oranda artış göstermiştir. Bir çok psikiyatrik hastalıkta da ilaç yan etkileri, sedanter yaşam, beslenme bozuklukları nedeniyle obezite sıklığı artmıştır. Bu nedenle hastaların ve ailelerinin bu konuda bilgilendirilmesi büyük önem taşımaktadır. 

Obezitenin oluşumunda genetik, çevresel ve psikolojik etmenlerin rolü olduğu düşünülmektedir. Obezite nedeni ile tedaviye başvuranlar değerlendirildiğinde bu kişilerde kişilik bozuklukları, depresif bozukluklar, anksiyete bozuklukları, somatoform bozukluklar, uyku bozuklukları, tıkınırcasına yeme bozukluğu ve gece yeme sendromuna daha sık rastlandığı görülmüştür.

Tedavide neler yapılır?

Bilişsel davranışçı terapi (BDT) çeşitli psikiyatrik tabloların oluşumunda ve devamında rol oynayan süreçlerin daha iyi anlaşılması ve değiştirilmesi ile ilgili çeşitli müdaheleleri içeren kanıta dayalı bir tedavi yaklaşımıdır. Günümüzde hastalık nükslerinin önlenmesi tedavi kadar önemli bir konu olup hastalığı belirleyen etkenlerle, nüksleri belirleyen etkenlerin her zaman aynı olmadığı bilinmektedir. Obezite tedavisinde de kilo kaybının sağlanması ve bunun korunması ana hedeflerdir. Kilo kontrolünün de etkili bir biçimde yapılabilmesi ancak bu kontrole engel olan duygu, düşünce ve davranışların iyi tanımlanabilmesi ile mümkündür. 

BDT’ de tedavi sadece kilo kaybına erişmek için değil, aynı zamanda onu takip eden kilo alımı nükslerini önlemek için de tasarlanmıştır. Kilo kaybı ile kilo korunması arasında bir ayrım yapmak önemlidir. Birinci safhada hedef kilo kaybıdır. İkinci olarak kilonun korunması ve potansiyel engelleri ele almaktır. Bunun için de gerçek dışı kilo hedefleri saptanır makul düzeye getirilir, beden algısı ile çalışılır ve hastanın doğrudan birincil hedefleri ele alınır. 

Birinci aşamada hedef kilo kaybının yanında aynı zamanda kişisel olarak dikkat çeken görünüş, kendine güven, ilişkileri kalitesi, fiziksel zindelik, bilişsel ve davranışsal değişime erişmek, tedavide olan değişimleri fark etmek ve onlara değer vermek, değiştirilemeyecek şeyleri kabul etmeyi öğrenmektir. Terapistin hedefi hastanın kiloları, buna değecek ölçüde kontrol edebileceklerine inanmaları ve bir sonraki hedef olarak kilo kaybından çok kilonun sabit tutulmasını kabul etmeleridir. İkinci aşamada da hastaların etkili kilo kontrolü için gereken davranışsal becerileri ve bilişsel yanıtları edinmelerine ve sonra bunları uygulamalarına yardım etmek ana noktadır.

Hasta değerlendirilir ve kilo kaybı, kilo korunması arasındaki fark vurgulanır. Yemek ve sıvı alımında detaylı kendini izleme anlatılır. Hastalara nasıl kalori hesaplayacakları öğretilir. Hastala aynı zamanda kilolarını her hafta bir grafik üzerinde nasıl çizecekleri gösterilir. Enerji alımlarını günde yaklaşık kişiye göre değişmekle birlikte 1500 kcal ile sınırlandırmayı temel alan beslenme biçimi öğretilir. Hastaların enerji kısıtlı diyetlerine bağlılıklarını etkileyebilecek sorunlar saptanır. Motivasyon, enerji alımını yanlış izleme, kötü yemek seçimi, aşırı alkol, abur cubur yeme, olumsuz ruh hallerine bir yanıt veya ödül olarak yeme gibi faktörler değerlendirilir. Tedavi sürecinde beden algısı ile ilgili endişeler de ele alınmaktadır. 

BDT’ nin en önemli özelliği uzun vadede kilonun korunmasına verdiği önceliktir. Kilo kaybı ile kilo korunması arasındaki farkların altı çizilir. İlki kilonun korunması kilo kaybından daha az güçlendiricidir bunun bir nedeni de etraftaki insanlardan daha az cesaretlendirme gelmesidir. İkincisi kilo koruma süreci zamanla sınırlı değil belirsiz bir süredir ve üçüncüsü daha önce kabul edilemez olarak görülen kilo ve şekil kabullenmeyi içerir. 

Read More

Sosyal Fobi ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)

Sosyal fobi bir ya da daha fazla sosyal durumdan kaçınmaktır. Sıklıkla kaçınılan durumlar toplulukta konuşmayı, yeni insanlarla tanışmayı, çıkma teklif etmeyi, topluluk içinde yemek yemeyi,  genel tuvaletleri kullanmayı, mevki sahibi kişilerle konuşmayı ve başkalarının fikirlerine karşı çıkmayı içerir. 

Sosyal fobisi olan kişiler diğer kişilerin kendileri hakkında olumsuz düşünmelerine neden olacak şekilde davranacaklarından korkarlar. Başkalarının kendilerindeki kızarma, titreme veya terleme gibi kaygı belirtilerinin farkına varacağından korkarlar. Sosyal fobisi olan kişiler sıkılıkla kendilerini kaygılandıran durumlardan uzak durmaya çalışırlar. Bunu yapamayınca çok kaygılı ve utanmış hissederler. Zaman zaman panik atakları olabilir. Sosyal fobi utangaçlığın ağır ve işlev bozucu bir türüdür ve kişinin yaşamında sorunlar yaratabilir. Ağır sosyal fobisi olanların sıklıkla çok az arkadalı vardır, yalnızlık hissederler, okulda ve işte hedeflerine ulaşmakta güçlük çekerler.

Sosyal fobi çok yaygındır. Yaşam boyu görülme sıklığı %13 civarıdır. Bir çok kişi de sosyal fobi denebilecek kadar ağır olmayan utangaçlık belirtileri olabilir. Kadınlarda 2 kat daha fazla görülür. Ama erkelerde yardım arayışı daha fazladır. Sıklıkla ergenliğin ilk yıllarında başlar ve yardım alınmazsa yıllar boyu sürer.

Sosyal fobi neden olmaktadır?

Genetik geçişe bakıldığında sıklıkla sosyal fobi ya da utangaç akrabaları vardır. 

Geçmiş deneyimler önemlidir. Bir çok sosyal fobisi olan kişi geçmişte mahcup duruma düştüğünü ya da aşağılandığını hatırlar. Bu durum aynı şeyin tekrarlanacağı korkusunu ortaya çıkarır. Kısa zamanda da sosyal durumlardan kaçınmaya başlarlar. 

Sosyal fobisi olan kişilerin sosyal durumlardayken ne olacağı hakkında olumsuz otomatik düşünceleri vardır. Yaygın düşünceler “söyleyecek bir şey düşünemeyeceğim” , “kendimi aptal durumuna sokacağım” , “insanlar kaygılın olduğumu anlayacak” şeklindedir. Ayrıca ulaşılması zor yüksek standartları vardır “hiçbir zaman kaygı duymamalıyım”, “herkesin onayını almalıyım” gibi. 

Sosyal beceri eksikliği: Bazı sosyal fobi hastaları hiçbir zaman sosyal becerileri öğrenme şansları olmamıştır. Bu da sosyal durumlarda sorun yaşamalarına neden olur. 

Tedavi

Bilişsel davranışçı terapi korkularınıza neden olan düşünceleri değiştirmenize yardımcı olur. Olumsuz otomatik düşünceleri nasıl farkına varılacağı ve bunları değiştirme yöntemleri öğretilir. Ayrıca geçmişte çekinilen durumlarla kademeli yüzleşme egzersizleri uygulanır ve bu sizin korkularınızın genellikle gerçek dışı olduğunu ve sonuç bu durumla daha az korkabileceğinizi keşfetmenize yardımcı olacaktır. Ayrıca sosyal beceriler ve nasıl gevşeyeceğiniz de öğretilir. 

Tedavide gerekli durumlarda ilaç tedavileri de eklenebilir. İlaç kesilirse mevcut belirtiler tekrar ortaya çıkabileceği için ilaç ve BDT tedavisi en iyi seçenektir. 

Birçok hasta tedavi başlarında kendilerini kaygılı hisseder ve fayda görüp göremeyeceklerini düşünürler. Yapmanız gereken şey terapiye şans tanımaktır. Terapide kendinize yardımcı olmak için yapabileceğiniz şeyler öğrenip bunları seanslar arasında uygulamanız tedavinin başarısını olumlu etkiler. Pratik arttıkça tedavi başarı oranı artar. 

Read More

Yaygın Anksiyete (Kaygı) Bozukluğu ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)

Yaygın anksiyete bozukluğu yaşam boyu %6-9 oranında görülmekte olup kadınlarda yaklaşık 2.5 kat daha sıktır. Genetik geçiş oranı %30’dur. İnsanların bu soruna yatkın olabilecek belli başlı nedenler arasında, sinirlilik, depresyon, engellenme eşiği düşüklüğü sayılabilir. Yakın dönem yaşam olayları görülme sıklığı anksiyete bozukluğu olmayanlara göre daha fazladır. YAB olan kişiler günlük yaşam olaylarında daha düşük düzeyde sorun çözme becerisi gösterirler.

Yaygın anksiyete bozukluğunu (YAB) anlamak için öncelikle endişe ve kaygı kavramlarına bakmalıyız. 

Endişe; bilişsel bir süreçtir. Zihinde oluşur. Endişe, zihinsel olarak gelecekte muhtemel olumsuz sonuçlar meydana gelmesini beklemek ve buna hazılanmak ile ilgilidir. Endişeler tipik olarak “ya … olursa” soruları ile başlarlar. Endişe gelecek hakkındaki düşüncelerdir. Geçmişteki bir konu hakkında endişeleniyor olsanız bile, endişelendiğinizde olayın gelecekteki uzantısı ile ilgilisinizdir. Olabilecek kötü şeyler üzerine odaklanılır. Endişeler sonucu öngörülemeyen, yeni ve durumun kendisinin iyi tanımlanamadığı belirsizlik durumlarında tetiklenir. Herkes zaman zaman endişelenir ve bu tamamen normaldir. Endişenin sıklığı, ciddiyeti, aşırılığı ve kontrol edilemezliği problem yaratır. 

Kaygı; Endişeler zihinde olup biterken, kaygı bedende meydana gelir.  Kaygı insanların tehlikedeyken ya da kendilerini tehdit altında hissettiklerinde deneyimledikleri bir fiziksel duyumun genel adıdır. Otonom sinir sisteminin hiperaktivasyonuna bağlı kalp hızının artması, solunum değişikliği, midede rahatsızlık hissi, titreme, terleme gibi duyumlar hissedilir. Bu sisteme “savaş ya da kaç” yanıtı denir. Kaygı ile bedensel duyumlar aslında bedeninizin tehlikeye karşı harekete geçmeniz için fiziksel olarak hazırlanma yoludur. En önemli hayatta kalma düzeneklerimizden biridir. Kaygı ile ilgili problem tehlike altında olduğunuzu düşündüğünüz her durumda tetiklenir gerçekten tehlike olmasa bile. 

Semptomlar

Yaygın anksiyete bozukluğunun temel belirtisi kaygı değil, günlük olaylar ile ilgili aşırı kontrol edilemez endişedir. En az 6 ay süreyle hemen her gün ortaya çıkan, bir çok olay ya da etkinlik hakkında aşırı endişelenme  ve kuruntu (kaygılı beklentidir) vardır. Kişi bu kuruntularını denetim altına almakta güçlük çeker. Bu kuruntulara aşağıdaki 6 belirtiden 3’ü eşlik eder ve son 6 ayın çoğu gününde bulunmuştur. Bu belirtiler belirgin biçimde işlevsellikte bozulmaya neden olur.

  • Kendini huzursuz ya da diken üstünde hissetme
  • Kolaylıkla yorulma
  • Konsantre olma ya da zihnini boşaltmada güçlük
  • Sinirlilik
  • Kas gerginliği
  • Uyku bozuklukları

Tedavi

Tedavide ilaç tedavisi ve BDT etkin şekilde uygulanmaktadır. Özellikle ilk dönemde ilaç tedavisi ile hasta bir rahatlama sağlar ve sonrasında BDT ile hastalıkla baş etme becerileri geliştirir ve öğrenir. BDT’nin özellikle hastalığın yenilenmesinin önlenmesi noktasında ilaç tedavilerine göre çok daha etkilidir. BDT kaygının yarar ve zararları konusundaki düşüncelerinizi tanımanız, işlevsel ve işlevsel olmayan kaygılarınız arasındaki farkı tanımanıza yadım eder. Kaygılandığınız konulardaki düşünce ve aktivitelerinizden kaçınma davranışlarınızın nasıl üstesinden gelebileceğinizi öğretir. İlk aşamada hastanın semptomlarında hafif bir rahatlama sağlamaya odaklıdır. İkinci sırada hastaya çarpık otomatik düşüncelerini nasıl fark edebileceğini öğretmeye odaklıdır. Üçüncü aşama çarpık düşüncelerine mantık, akıl yürütme ve deneysel test yoluyla nasıl tepki vereceği konusunda eğitmeye yöneliktir. Dördüncü aşamada hasta temel kaygılarının altında yatan uzun soluklu işlevsizleştirici varsayımlarını tanımlar ve değiştirir. 

Read More

Uykusuzluk ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)

Uykusuzluk toplumun %10-15’inde kronik olarak yaşanan sık görülen bir durumdur. Tıbbi ve psikiyatrik hastalıkların olan kişilerde uykusuzluk daha ısrarcı bir şekilde görülmekte ve yaşam kalitesini uzun süreli düşürmektedir.Uyku bozukluğu ileri yaştaki erişkinlerde depresyonun tekrarlaması için bağımsız bir risk faktörüdür. BDT üzerine yapılan çalışmalarda psikiyatrik eş tanılı hastalarda bile uyku süresinde kalıcı artışlar ve uykuya dalma süresinde kısalmalar elde edildiği görülmüştür. 

BDT Bakış Açısı ile Uykusuzluk

Uykusuzluk nedeninden bağımsız olarak ortaya çıktığında, uyku bozukluğu ile ilgili bilişler sorunun kötüleşmesine ve uzamasına sebep olabilir. Uykuya dalmakla ilgili endişeler, uyku ile ilgili aşırı uyarılmışlık, uykuyu bozan günlük endişelerin geride bırakılamaması bu bilişlere örnektir.

Uyku ile ilgili uyumu bozan bilişler uyanıklığı arttırarak uyku örüntüsünü etkileyebilir.

Kötü uyku hijyeni, düzensiz uyku ve uyanma zamanları, gündüz uyuklama gibi davranışsal  uyku bozuklukları uykusuzlukta önemli rol oynar. Davranışlar uyumu bozan bilişlerden olumsuz etkilenir.

Uykusuzluk sadece gece ile ilgili değildir. Yetersiz uyuyan kişilerin gün içerisinde de uykusuzlukla ilgili belirtileri mevcuttur. Duygusal belirtiler( sinirlilik, gerginlik, kaygı) bilişsel belirtiler( bellek ve dikkat sorunları, endişe ve ruminasyonlar) davranışsal belirtiler (kaçamak uyku, işten geri kalma) kişilerarası belirtiler bulunur.

Yapılan çalışmalarda farmakoterapi alıyor olmak  işlevsel olmayan düşünceleri arttırdığından değişime engel olduğu, uzun dönemde sadece BDT’nin etkinliğinin daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Fakat burada kastedilen hasta grubunun birincil bozuklukları kısa süreli uyku kaybından etkilenmeyecek gruplardır.

Tedavide uyku alışkanlıkları, psikoeğitim, uyku hijyeni, yaşam tarzı değişiklikleri, gevşeme eğitimi, uyarıcı kontrolü, uyku kısıtlanması ve bilişsel yeniden yapılandırma uygulanmaktadır.

Read More

Şizofreni ve Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)

Şizofreni ve diğer psikotik bozuklukları olan hastalarda farmakoterapinin güçlendirilmesi için BDT yöntemlerinin kullanılmasının faydasını gösteren çok sayıda araştırma mevcuttur. Sanrılarla çalışırken BDT’nin genel özellikleri şöyledir.

Sanrılar BDT yöntemleri ile değiştirebilir yanlış algılamalar olarak kabul edilir: Sanrılatrın üzerine yoğunlaşıldığında hastaların sanrılarının ya da davranış bozukluklarının kötüleşmediği aksine daha iyiye gittiği gösterilmiştir.

Kapsamlı bir bilişsel davranışçı, biyolojik ve sosyokültürel bir model tedaviye rehberlik eder:   Psikozlar güçlü genetik ve biyolojik köklere sahip hastalık olarak kabul edilir ve çevresel faktörler hastalığı ortaya çıkmasında önemli rol oynar. Tedavi planlanırken erken travmalar, stresli olaylar, alkol madde kötüye kullanımı, ek tanılar, hastanın güçlü yanları gibi durumlar göz önünde bulundurulmalıdır.

Sanrılar BDT’nin etkin bir şekilde kullanılması için işbirlikçi bir tedavi yaklaşımı gereklidir: Tedavi başlangıcında hastayı rahatlatmak için özel bir çaba gerekebilir. Sanrılara saygı gösterilmeli ve deneysel bir yaklaşım benimsenmelidir. Sanrısal inancın geçerliliği BDT teknikleri ile beraberce değerlendirilir.

Normalleştirme ve eğitme psikotik bozukluklarda BDT yaklaşımının temel yöntemleridir: normalleştirme sanrı ve halüsinasyonların çok olduğu stres, yas, uykusuzluk ve yaşam olayları ile tetiklenebildiğinin görülebilmesi sağlanarak psikozun yarattığı damgalanmanın azaltılması anlamına gelmektedir.

Sanrı ve halüsinasyonlarda bir çok BDT tekniği uygulanmaktadır. Bu tekniklerle sanrı ve halüsinasyonlarla baş etme becerileri, onları anlama ve kontrol etmede belirli yollar bulunmasına yardımcı olunulur.

Read More